23 Aralık 2007 Pazar

HAYAL KIRIKLIĞI

adım bir şiir olurdu dudaklarında
hayat bulurdu insan
ya intihar mektupları arasında
ya da uçurum kenarında

sanma ki görmeyeceğiz birbirimizi
anımsayacağız çehrelerimizi
ya çekmeceye gizlenmiş resimlerde
yada en tatlı rüyalarda

unutacağız sanma birbirimizi
hep hatırlayacağız
ben hayal kırıklıklarımda
sen vicdan azaplarında.....

20 Ekim 2007 Cumartesi

....

bir yıldızın kayması gibiydi seni sevmem
bir kuşun kanat çırpışı gibiydi gitmen
oysa bir çınar ağacı gibi sevgim
biz gitsekte o ayakta kalır...

Tomurrcukk

her veda çıktığı kapıyı açık bırakır

Ayrılık, yarımların acısını bırakır ömrümüzün herhangi bir vaktine. Yaşanılan acı sadece bir sözcüğün
sıradanlığına sığdırılmıştır. Oysa o, soluk alıp verilen her dakikada saklıdır. Gecenin karanlığı ile gelen
sızı, göçmen kuşların kanadına takılan sevinç, kuzeyden esen rüzgarın kokusu, sonsuz dokunuştur
ayrılık.
Giden biraz yaşanmışlık biraz da yaşanacak şeyler götürmüştür. Biraz kendi ömründen biraz da onun
ömründendir götürdüğü. Oysa gözlerdeki ıssızlıkta bulunmuştur aranılan. Hiç bir bencillik kıyılarına
uğramadan yanaşılan bir limandır yaşanılan. Onca kalabalığın içinde çırılçıplak bulunulan yalnızlıktır
paylaştıkları. Uzun zamanlardan topladıklarıdır birbirlerine sundukları. Giden götürmüştür bir ömür
biriktirdiği acıları da.
Bir kuş kanadının çırpınışı kadar kısadır. Her şey bir anda bitiverir. Bulunduğu gibi, yüreğe kabul edildiği
gibi, anlaşıldığı gibi değildir bu. Zamanın hızı daha acımasızca işler terk edişin durağında. Başlarken
duyulan kaygıların dizildiği, kuşkuların yer edindiği kadar uzun değildir ömrü. İki kirpiğin buluşma
anından daha hızlıdır bazen ayrılık. O ilmek ilmek işlenen, günlerce diller dökülen ve bin türlü acının
içinden süzülerek getirilen sözcüklerin sihrinden yoksundur. Çünkü hiçbir yıkımın hassaslığa ihtiyacı
yoktur. Onda ayrıntı da yoktur. O sadece yıkar giderken... ve yıkım zaman ile bir bağ kurmaz. Çünkü
zamanın yeri yoktur gidenin bıraktığı yerde. Giden zamanı da almıştır yanında, gelecek geçmişin
gölgesindedir artık.
Mısralara sığmaz olur acının derinliği. Uçurumlar ile kıyaslanır yalnızlık. Uçurum kenarında gezer güzel
ve acı anılar. Her seferinde kalandır bu uçuruma devrilen.Ve hep kalandır anıların cenderesinde
boğulan. Fırtınalarda kaybolan, girdaplara takılan. Bilir ki kurtulduğu her fırtınadan, çıktığı her
kuytuluktan yokluğu duyacaktır. Bundandır ki hep kalan, ayrılığın nedenlerini düşünür uzun uzun. Bir
kuyunun derinliklerinde bulacağı ışığın onu getireceğini sanarcasına. Çaresiz kalınca, sanık
sandalyesini kurar. Bir kendini oturtur bir de gideni. Ama bulamaz suçu tespit eden bir delil. Hep
pişmanlıktır gelip dilinin ucuna dolanan. Ve güzele dair anlara kızmaya başlar. Güzel anlardan
pişmanlıklar gelip oturur içine. İşte o zaman gerçekten bitmiştir aşk. Yaşadığın güzellikten duyulan
pişmanlık bitirir her şeyi. Oysa kızılan ayrılıktır. Ayrılanın acımasızlığıdır. Belki de tanınamayandır kızılan.
Giden hep bir kapı aralamıştır kendine. Bir perde çekemez yaşadıklarına ama daha bir güvenle bakar
hayatına. Oysa hep bir kırık ayna taşır yanında ve her düşündüğünde aşkı o aynadan bakar kendine.
Belki de kalandan beklediği itaattir, kabulleniştir, sesindeki çaresizliği hissediştir. Bilmez ki ne büyük
bir yalnızlıktır içine düştüğü. Çünkü her veda kötü bir alışkanlık bırakır insanın hayatına. Veda ettiğin gibi
edilen olmanın da korkusunu salar yüreğine. O, acımasızlığın nasıl olduğunu bilir. Bunun içindir ki, aşkı
bir önceki gibi yaşayamaz. Çünkü aşkta acıma olmadığı gibi acımasızlığa da yer yoktur. Bu nedenle her
yeni aşka bu korkunun gölgesinde başlar giden. Artık giden değil kalan olmanın korkusu taşıyandır.
Her ayrılık, bir filmin sahnelerini bir romanın sayfalarını andırır. Bu yara bir daha asla kapanmaz ve
hiçbir ilaç iyileştirmez sanılır. Artık ne kuşların kanatlarına takılan sevinci duyumsar, ne bir çocuğun
tebessümünü fark eder ne de ağlamak onu teselli eder. O sadece, yalnızlığının girdabında nasıl
boğulduğunu düşünür. Her ayrılık, bitmişliğin veya zor ile kazanılanın kolay kaybedilmesinin
kabullenilmemesidir; kendisine sorulmadan alınan bu kararın incittiği onur, sevgi sözlerinin ardında
gizlenmiş olan terk edişin bir anda bilinmesidir ayrılık acısı.
Her veda çıktığı kapıyı açık bırakır. Arkasından kapatmaz, kapatamaz. Çünkü o arkasına bakmadan
gidendir. Arkaya bakmanın, bıraktığı yıkıntıyı görmenin anılarında silinmeyen bir acının resmini
çizeceğini bilir. Bu nedenle hiçbir veda arkasına bakmaz ve bu nedenledir ki, çıktığı kapıyı kapatmaz.
Oysa her veda şunu hep unutur; her aşk bir veda kapısından girer.

suskunluğumdan anla beni....

Üzüntülerim var dinmeyen gözyaşlarım bitmeyen zulümler var
Vuslat mı hasret mi yaşadığım bilemiyorum
Varsa çektiğim söyle bende bileyim
Sen mesut ol kahrını çeker yüreğim
Umutlarım yıkık kırk yaşında gibiyim
Kalbim kırık nereden bilesin ki ben ne hallerdeyim
Sevdamın adı unutmak olsaydı adını buharlanmış camlara yazardım ,
Ben seni yüreğime işledim tel tel nakış nakış

Huzur veren bakışların nerede şimdi
Teselli eden bakışların nerede şimdi
Terk edilmiyor ki çekip te gitsem
Anıları hatıraları bir çırpıda silsem
Acılar mesken kurdu yüreğime senden sonra
Ne yana baksam bir garip ağlıyor
Ah çekenler sanki geceyi inletiyor ,
Uyku nasıl girsin gözlerime

Bahçelerde dikenler büyüyor şimdilerde
Geceye hüzün çöker ellerimde hilal yok
Gurbet olur buralar bana göçer giderim
Bir köşeye çöker gelmesen de ben beklerim
Sözlerin en güzeli sana aittir
Terk ettiğim sevdalar sırtımdan vurdu beni
Kim bulacak kaybolup ta yiteni
Umuduma katık ettiğim hayallerimde
Tadını bilmediğim sevgileri bana tattırdın da ,
Sevmelerin anlamını işte o an anladım ben
Aşkın semasına uçurmuştun ya beni
Yüzüme tebessümleri yerleştirmiştin ya
Yak beni aşkın ateşinde bas bağrına
Kırık dökük de olsa dilsizliğimden anla beni
Suskunluğumdan anla beni..!

BENİM KALELERİM KUMDANDI


benim kalelerim kumdandı
içine sevdamı gizlemiştim
ve bir dalgada yıkıldılar...
sevdamda,tüm emeğimde
kale'm gibi eriyip yokolup gitti...

benim kalelerim kumdandı
içine saklanmıştım
dünyanın pisliğinden
içimde yaşadığım herşey
vuran dalgayla
savunmasızca
kaybolup yokolup gitti....
çünkü benim kalelerim kumdandı....

Tomurrcukk

18 Ekim 2007 Perşembe

GİDERSEN

Nefes almak nasıl unutulmazsa,
Yaşanmış aşklar da öylesine unutulmaz.
Sert kahvenin tadı gibidir acısı.
Yorgunluk bilmezliğimiz, demini almamış sabah çayı.
Hamile bir kadının aşermesi gibidir özlem,
Yani kavuşmadan bitmek bilmez bu arzu…
Alkolün tuhaf dokunuşudur,
Aşık olup da başkalarını görememek,
Görüp de şekillendirememek.

Yolun uzunluğu korku veriyorsa,
Hiç çıkma!
Ama vermişsen kararını,
Gidiyorum diyorsan,
Bil ki dönüşü yok!
Gidersen de,
Ortasında kalırsan da,
Senin bir köşeni meşgul edecek,
Hep düşüp kalktığın taşlı-çakıllı,
Acılı-ağrılı, serin ya da sıcak,
Aldıramadığın kalıcı hatıraların olacak.

Sakın Unutma!!!

17 Ekim 2007 Çarşamba

SENİ SAKLAYACAĞIM

Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya...
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım...
Anlayacaksın.


Özdemir ASAF

BENİ GÜZEL HATIRLA

Beni güzel hatırla!
Bunlar son satırlar...
Farz et ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
ya da bir yağmur sel oldum sokağında
sonra toprak çekti suyu...
Kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
Uyandın ve ben bittim...
Beni güzel hatırla!
Çünkü; sevdim seni ben, her şeyini...
Sana sırdaş oldum, dost oldum,
koynumda ağladın.
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
beni üzdün, kınamadım.
Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım...
Beni güzel hatırla!
Sayfalarca mektup bıraktım sana.
Şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
Sakladım günahını, sevabını içimde
sessizce gittim...
Senden öncekiler gibi sen de anlamadın.
Beni güzel hatırla!
Sana unutulmaz geceler bıraktım
sana en yorgun sabahlar...
Gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
söylenmemiş "Merhaba"lar sakladım her köşeye
vedalar bıraktım duraklarda.
Ne ararsan bir sevdanın içinde
fazlasıyla bıraktım ardımda.
Beni güzel hatırla!
Dizlerimde uyuduğunu düşün,
saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
mutlu olduğun anları getir gözünün önüne.
Alnından öptüğüm dakikaları...
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
şaşırtmayı severim biliyorsun.
Bu da sana son sürprizim olsun.
Şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
beni güzel hatırla.
Gidiyorum...

3 Ekim 2007 Çarşamba

Elimden Gelen Bu

elimden gelen bu ben iki kisiyim
çogalmak neyse ne, azalmak zor
birisi seni her an birakip gittigim
öbürü kan gibi tutulmus seviyor
agzindaki aci alnindaki çizgiyim
gözlerine kirli bir bulut getirdim
hiçbir sevinç aydinligi onu silemiyor

elimden gelen bu ben iki kisiyim
birisi kapadigin kapilardan gitmiyor
yagmur yagmaksa o günes açmaksa o
bir yerin üsüse onun sicakligi
öbürü en içten çagrini isitmiyor
hüneri ne dersen duygu kaçakçiligi
alip tutmaksa o basip gitmekse o
bakislari kiyisiz bir deniz uzakligi

elimden gelen bu ben iki kisiyim
ikisi birbirinden çikmaya ugrasiyor
bilmem ki hangisinden nasil vazgeçeyim
birisi yeni bastan serüvene baslamis
öbürü silahinda son mermiyi yakiyor
çogalmak neyse ne, azalmak zor

Attila İlhan

2 Ekim 2007 Salı

can yücel'den...

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, kendi yolumu çizdiğimde
anladım.
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,ya da dinleyerek değil.
bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım.
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış, aşk peşinden neden
yalınayak koştuğunu anladım.
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden, neden hiç
ağlamadığını anladım.
Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
gözyaşlarımı kahkahaya çevirdiğinde anladım.
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım.
Fakat hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terkettiği zaman anladım.
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş mağrifet, yüreğini elime
koyduğunda anladım.
''Sana ihtiyacım var, gel'' diyebilmekmiş güçlü olmak,sana ''git''
dediğimde anladım.
Biri sana ''git'' dediğinde ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek, git
dediklerinde gittiğimde anladım.
Özür dilemek değil ''affet beni''diye haykırmayı istemekmiş pişman olmak,
gerçekten pişman olduğumda anladım.
Ve gurur kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş, sevgi dolu yüreklerin
gururu olmazmış, yüreğimde sevgi bulduğumda anladım.
Ölürcesine isteyen, beklemez sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
beni affetmeni ölürcesine isteğimde anladım.

SEVMEK EMEKMİŞ
EMEK İSE VAZGEÇMEYECEK KADAR, AMA ÖZGÜR BIRAKACAK KADAR SEVMEKMİŞ........

1 Ekim 2007 Pazartesi

Sevgiliye Bir Mektup

Beni düşündüğünde
Özlemin bir damla umut oluyorsa kestane karası gözlerinde
Sakın umudunu kağıt bir mendille silip çöpe atma!
Gün gelecek ;
Acılarınla büyüttüğün sevda çiçeğin tomurcuklanacak
Güneş bir başka doğacak ve yağmurlar umutla yağacak
Ve sana söz tomurcuk çiçek açtığında yanında olacağım,
İşte o zaman hayallerin pembe bir düşten ziyade,
Beyazlar içinde bir gerçek olacak,
Umudunu hasretine yenik düşürme sakın
Mutluluk bizim mutluluk yakın!

30 Eylül 2007 Pazar

desemki...

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbe de,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

Cahit S. TARANCI

29 Eylül 2007 Cumartesi

***ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ***

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.

İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.

Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.

İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
"Sırf senin hatırın için ey su" diye...

Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.

Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba
"Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.

Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.

Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...

Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.

Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...

Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."

Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.

Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
"Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

ada


ADA

Bir zamanlar, bütün duyguların
üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve
tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu,
duygulara haber verilmiş.
Bunun üzerine hepsi,
adayı terketmek için
sandallarını hazırlamışlar.
Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş.
Çünkü, mümkün olan en son ana
kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman,
Aşk, yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik,
çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.
Aşk,
"Zenginlik, beni de yanına alır mısın?"
diye sormuş.
Zenginlik,
"Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın
ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki
Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et!"
"Sana yardım edemem Aşk.
Sırılsıklamsın
ve yelkenlimi mahvedebilirsin."
diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış
ve Aşk, yardım istemiş:
"Üzüntü, seninle geleyim..."
"Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki,
yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş
ama o kadar mutluymuş ki,
Aşk'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş:
"Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk o kadar şanslı ve
mutlu hissetmiş ki kendini
onu yanına alanın kim olduğunu
öğrenmeyi akıl edememiş.

Yeni bir kara parçasına vardıklarında,
Aşk'a yardım eden, yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu
farkeden Aşk, Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?"
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı?
Neden bana yardım etti ki?"
diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar
büyük olduğunu anlayabilir..."

....

Her rüzgar savuracak bir toz bulur,
Her hayat yaşanacak bir can bulur,
Her umut gerçekleşecek bir düş bulur
Bulunmayacak tek şey senin benzerindir

ıstırab

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.

Usta, kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam. "Hayır" diye cevapladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: "Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."

AŞK

AŞK
Hayatın hızıyla yaşadık o aşkı
Her şey bir anda başladı
Yaşandı
Ve bitti...

Yan yana gidip de bir süre
Ayrı yönlerde uzaklaşan
İki tren gibi...

ataol behramoğlu

Güneşe yazı yazılmaz

Çok zaman önce refah içinde yasayan bir ülke varmis. Ülkenin huzurlu ve müreffeh yasamasinin bir nedeni de adil, iyi yürekli, dürüst krali imis.
Kral zaman zaman tebdili kiyafet eder, ülkeyi dolasir, halkinin dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmus. Gene böyle bir günde kral dolasirken, yolu dag basinda bir göl kenarina düsmüs. Gölün kenarindaki agacin dibine çökmüs aksakalli bir dede, bir elinde bir kese, digerinde bir kese. Birinden bir tas alip, digerinden aldigi tasa baglayip göle atiyormus. Bu ise epey bir süre devam etmis ve nihayet bittiginde, dede yoluna gitmek üzere ayaga kalkmis ve kralla göz göze gelmis. Kral dedeye sormus:
- "Dede bütün bir gün seni izledim, sen ne is yaparsin anlayamadim!" demis.
Dede kralin sorusunu söyle cevaplamis:
- "Oglum ben insanlarin kaderlerini birbirine baglarim."
- "Peki en son kimin kaderini birbirine bagladin?" diye sormuş Kral.
- "Kralin güzel kizi ile usagi Ahmet' in kaderini bagladim." Demiş aksakallı dede.
Kral bu cevabi alinca dünyasi kararmış. Bir yanda güzeller güzeli ak pak biricik kizi, ülkenin prensesi, diger yanda olmamis oglu kadar sevdigi zenci usagi Ahmet. Ne yaparım? Nasil eder de Ahmet' e bir zarar vermeden bu kaderi bozarim diye düsünerek, sarayın yolunu tutmuş.

Saraya gidince hemen sevgili usagi Ahmet' i huzuruna çagirmis:
- "Oglum Ahmet sana bir mektup verecegim, bu mektubu alacak ve Günes' e götüreceksin!" demis.
Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yollugunu alarak düsmüs bilinmez yollara, düsmüs ki ne düsmek. Babasi kadar sevdigi Kral'i ona bir görev vermis ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasil?

Günlerce dere tepe demeden yol gitmis. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördügü bir ulu agacin gölgesinde dinlenmeye karar vermis ve uykuya dalmis. Uyandiginda bir de ne görsün! Agacin az ötesinde bir göl, o göl ki üzerine günesin aksi vurmus!
- "Kralimin dedigi Günes bu olsa gerek" diyerek, üzerinde sadece külotu kalincaya kadar soyunarak atmis kendini göle. Dibe dogru yüzmüs, yüzmüs... Taa dipte, günesin aksinin tükendigi yerde bir de ne görsün! Sahane bir hazine sandigi! Almis sandigi çikmis, çikmis ama, Ahmet artik zenci degil bembeyaz bir Ahmet... Sadece külotunun oldugu bölge eski rengini tasiyor.
- "Var bu iste bir hikmet!" demis ve açmis sandigi. Sandik gerçek bir hazine sandigi, içinde binbir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde 'Günes'ten Kral'a' yazan bir de zarf.

Ahmet ne yapacagini bilemez hale gelmis bir anda, yeni rengi ve yasadiklari ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacagini düsünerek, ismini de degistirip, ülkesine zengin bir tüccar kimligi ile dönme karari almis.
Dönünce ülkesine, düsleri bir bir gerçeklesmis.
Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakisikli tüccari ile güzeller güzeli kizini evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet'in olmus. Kral vermis vermesine kizini zengin tüccara ama akli da bir yandan oglu gibi sevdigi ve hiçbir haber alamadigi usagi Ahmet'te imis.

Gel zaman git zaman damadi ile birlikte bir ziyafet yemeginde iken yere düsen bir çatali almak için egilince Ahmet, salvarinin kenarindan kaba eti görünmüs!
Koyu renkli tenini gören Kral gözlerine inanamamis. Yemek bitip odasina çekilecekken herkes, koridorun sonuna dogru yürüyen damadinin arkasindan seslenivermis Kral:
- "Ahmet!"
Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adini, gayri ihtiyarî kendisine seslenen Krala dönüvermis... Ve,
- "Neler oldu Ahmet, evladim anlat basindan geçenleri bana!" diyen kralina bütün olanlari bir bir anlatmis. Bunun üzerine Kral:
- "Peki Günes'in bana gönderdigi mektup nerede?" diye sorunca da hemen odasina kosarak, sandiktan çikan mektubu alip Kral'a vermis. Mektupta su satirlar yer aliyormus:
Günese yazi yazilmaz.
Yazilan yazi ise bozulmaz...

28 Eylül 2007 Cuma

herşey sende gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
can yücel

27 Eylül 2007 Perşembe

25 Eylül 2007 Salı

VEZİR İLE KÖYLÜ

Padişah veziri ile birlikte sabah erkenden ahalinin durumu nasıl bir göreyim diyerek tebdili kıyafetle yola çıkar. Epey bir süre yol gittikten sonra tarlada çalışan yaşlı bir köylüye rastlarlar.
Padişah köylüye selam verir.
Köylü padişahı tebdili kıyafet gezmesine rağmen tanır ve ALEYKÜMSELAM PADİŞAHIM 'der
ve aralarında bu konuşma gecer.
PADİŞAH: Geç kalmışsın
KÖYLÜ : Er kalktımda el aldı.
PADİŞAH: Irakdan nasılsın
KÖYLÜ : Sayende iyiyim
PADİŞAH: İkiden nasılsın
KÖYLÜ : İkiyi üç ettim.
PADİŞAH: Kaz yolmasını bilir misin?
KÖYLÜ : Pek bilirim.
Köylünün bu cevapları üzerine padişah veziri ile birlikte saraya geri döner.Vezirine köylünün cevaplarından ne anladığını sorar, vezirden hiç bir cevap alamaz.
PADİŞAH: Ben yarın ölsem yerime vekalet edecek kişisin? Sen daha köylünün cevaplarından bir şey anlamıyorsun,bu halde sen nasıl benim yerime vekalet edersin? Bu halkın durumu ne olur? Ne yaparsan yap köylünün cevaplarının ne anlama geldiğini öğren yoksa sen bilirsin deyip veziri yollamış.
Evine giden vezirin halini gören hanımı vezire ne olduğunu sormuş fakat vezirden hiçbir cevap alamamış.Bir müddet geçmiş vezirin durumuna üzülen hanımı vezire; Derdini söylemeyen derman bulamaz,neyin var söyle bir bakalım demiş,vezir çaresizlik içinde; durumunu hanımına anlatmış,hanımı; senin üzüldün şeye bak,evden biraz altın al,yaşlı olduğu için köylü hala oralardadır,parayı ver cevaplarını sor demiş.
Bu yola çok sevinen vezir altınları aldığı gibi yola çıkmış, Köylüyle konuştukları yere gelmiş ve köylünün orda olduğunu görmüş.
VEZİR : Senin padişaha verdiğin cevapların anlamlarını öğrenmeye geldim .
KÖYLÜ : Tamam öğrenebilirsin ama bedava olmaz.
VEZİR : 100 altın vermiş sormuş, padişah sana geç kalmışsın dedi.Sen er kalktımda el aldı dedin.
KÖYLÜ :Padişah bana coçukların yokmu bu yaşta sen hala çalışıyorsun dedi. Bende oğlum vardı,evlendirdim,el kızı alıp gitti demiş.
VEZİR : 100 altın daha verip sormuş, padişah sana ırakdan nasılsın dedi.Sen sayende iyiyim dedin.
KÖYLÜ : Gözlerin nasıl uzağı göre biliyor musun dedi bende iyiyim göre biliyorum dedim.
VEZİR : 100 altın daha verip sormuş, Padişah sana ikiden nasılsın dedi.Sen ikiyi üç ettim dedin.
KÖYLÜ : Bana ayakların nasıl diye sordu bende dizlerim ağrıyor,yürümekte zorlanıyorum baston kullanmaya başladım dedim.
VEZİR : 100 altın daha verip sormuş, Padişah sana kaz yolmasını bilir misin dedi.Sende pek bilirim dedin.
KÖYLÜ : Padişah bana senin için göndersem yolabilirmisin dedi bende pek bilirim dedim ve sen burayı geldin paralarını almakla kaz yolmuş oldum der.
Bunun üzerine vezir cebinde kalan parayı da köylüye verir ve uzaklaşır.

yaşam...

Yasamin en tatsiz tarafi sona eris seklidir..
şüphesiz ki yasami tersten yasamak daha güzel, hatta mükemmel
olurdu. Nasil mi ?
Cami'de uyaniyorsunuz. Bir tahta sandik içersinde, herkes
karsinizda saf durmus, iyiliginize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmis vaziyette.
Tabuttan dogruluyorsunuz, yasli, olgun ve agirbasli olarak.Herkes
etrafinizda, büyük bi itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi
hazir. Arabaniza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Dogar dogmaz devlet size maas bagliyor, aylik veya üç ayda bir
maasinizi aliyorsunuz. Ne güzel, hazir maas, hazir ev.... Altmisli yaslara kadar hersey garanti, huzur içinde yasiyorsunuz. Sagliginiz gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalismak istiyorsunuz ve ise ilk basladiginiz gün size
hosgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altin kol saati veriyor patronunuz..
ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak ise basliyorsunuz. Herkes karsinizda elpençe divan...Vücudunuzda da bazi hosa giden hareketler de basliyor.
Gittikçe zayifliyor forma giriyorsunuz. Diger hormonal aktiviteler
artiyor, fevkalade.....Aman ne güzel günler basliyor... Derken birgün patron size artik Üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada Babaniz ortaya çikmis, "fazla çalistin" diyor "artik eve dön, isi birak, okumaya basla, harçiligin benden olsun..." Keyfe bakar misiniz ? Okudugunuz dersler gittikçe kolaylasiyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem basliyor.
Partiler, Diskotekler, Kizlarin sayisi artiyor.
Derken Anne ve Babaniz sizi götürüp getirmeye basliyor, araba
kullanma derdi de yok artik.... Günün birinde sizi okuldan da aliyorlar, "evde otur, keyfine bak, oyuncaklarinla oyna" diyorlar...Mamaniz agziniza veriliyor, zaman zaman altinizi bile temizliyorlar, hatta bu durum aliskanlik
yaratiyor ve hiç tuvalet kullanmamaya basliyorsunuz. Derken Anneniz bir gün size süt verme kararini aliyor ve baska bir keyifli dönem basliyor. Mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazir. Bir gün karanlik ilik ve sicak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için agzinizi açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sicacik, yumusacik, gürültü ve patirtisiz bir ortamda yasiyorsunuz. Kuculuyor, kuculuyor, ufacik bir hücre halini aliyorsunuz. Ve günün birinde hayatiniz bitiyor....

CAN YÜCEL...

KİM KİMİ SEVER ?

Beyaz karayı, sinek yarayı , zengin parayı sever.

Yemek tuzu, maymun muzu, kurt kuzu sever.

Güzel nazı, aşık nazı, cırcır böceği yazı sever.

Kuş darıyı, çiçek arıyı, toprak suyu sever.

Ana çocuğu, çoban gocuğu, yumurta sucuğu sever.

Ocak közü, kirpik gözü, ozan sözü sever.

Garip sılayı, yiğit halayı, bakır kalayı sever.

Davul zurnayı, avcı turnayı, çekirge zıplamayı sever.

Alim ilmi, cömert vermeyi, cimri toplamayı sever.

Çöl yağmuru, çizme çamuru, oklava hamuru sever.

Tembel yatmayı, geveze atmayı, pazarcı satmayı sever.

Ebe bebeği, kahve dibeği, saç böreği sever.

Memur masayı, veli asayı, hakim yasayı sever.

Sarhoş dostunu, ayı postunu, yaşlı bastonu sever.

Hatip lafı, suçlu affı, açıkgöz safı sever.

Yörük eriği, cin periyi, Tomm Jery’i sever.

Kilim keçeyi, kelime heceyi, baykuş geceyi sever.

Kirli hamamı, baca dumanı, su samanı sever.

Dünür dünürü, ateş kömürü, muhtar mühür sever.

Asil soyunu, çoban koyunu, çocuk oyunu sever.

Harman döveni, kuzu çimeni, pastırma çemeni sever.

Hamam kurnayı, gelin kınayı, avcı vurmayı sever.

Kasap danayı, öksüz anayı, yırtık yamayı sever.

Bekçi feneri, bel kemeri, at eyeri sever.

Kan damarı, züğürt kumarı, azgın şamarı sever.

İlik düğmeyi, borçlu vadeyi, obur yemeği sever.

Gelin güveyi, tosun düveyi, başkan üyeyi sever.

İnsanlar evini, ev pencereyi pencere panjuru sever

24 Eylül 2007 Pazartesi

"Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir"

Iyi kalpli, yalniz bir adam, bir gün bir koza bulur. Kozanin icinde kücük
bir tirtil vardir. Adam çok sever bu tirtili, onunla tüm yalnizligini, tüm
sevgisini paylasir.

Gel zaman git zaman tirtil büyür, güzel bir kelebek olur. Adam, kelebegine
hayran... birakamaz bir türlü... Aslinda kelebegin aklinda daglar, kirlar,
çiçekler vardir da; kiyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalniz birakamaz
onu... Üç günlük ömrünü sevildigi ve sevdigi yerde geçirmeye hazirdir...

Ama adam bilir ki; "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" ... Kelebegine
son kez bakar ve onu saliverir özgürlügüne, kirlarina, çiçeklerine
dogru...

Kelebek mutlu olmasina mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek
yapragi adamin avucunun sicakligini andirmaz... Aklinda adam, o çiçek
senin bu çiçek benim dolasir saatlerce... Adam bir kelebege sevdali, bakip
durur bosluguna. Kelebekse hala konacak sicak bir avuç aramakta...

Böylece kelebek sunu anlar: BAZEN AIT OLDUGUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BIR
AVUCTUR BILIRIZ AMA O YERIN BIZE AIT OLMA IHTIMALI BIR HIÇTIR ...
Böylece adam sunu anlar: HIÇ BIR SEVDAYI YALNIZCA SEVGIYLE YASATAMAZSINIZ
...

O günden sonra kelebek, adama duydugu özlemi gömecek bir dag aramaya
baslar, ama gücü tükenene dek arayis da bulamayinca anlar ki; HIÇ BIR DAG
BIR ÖZLEMI GÖMEBILECEGINIZ KADAR BÜYÜK DEGILDIR ...

Adamsa sevdasini koyar simsicak avuçlarina; kelebegin yerine...

her gece...

ne anlatmak istersen anlat
ne söylemek istersen söyle
özgürce...
kelimelrrin yaksın istersen
dudaklarından süzülen

bana bir şarkı söyle
öle herkesin bildiğinden olmasın
öle herkesin hissettiğinden olmasın
sadece ben bileyim bencilce
sevdan olsun işte...

gözlerimi gözlerinden kaçırsanda
bana bir cümle yeter
adını koyma
gözlerin nemlenmesin desemde
ağlayabilirsin hüznü...

kaybettim!!!
yine endişelerle biriktirdiğim
gençliğimi ellerinde...

bana bir şiir söyle...
öle her sancıyı yansıtsın delice
ağrılarımız isyan olmasın
ama anlatsın dilinden çıkanlar
yaşadığımızı....

insan senelerce yaşar belki bir sevdayı
lakin bir saatte yaşadığını
senelere sığdıramaz....

bana bir cümle söyle
öle ayrılık olmasın içinde
zaten biliyoruz ikimizde
arkamızı dönüp gittiğimizde
bir daha olmayacak

öyle birşey deki:
acımasın yıllardır
hırpalanmış yüreğimiz...
sevda cümleleri kurma da....
sadece özleyeceğim de...

seni yüreğime sıkıştırıp
şu aramızda geçen soğukluklardan
korurcasına sarmalayıp
hapsedeceğim gereken yere...
ziyaretçin ben olacağım
açık görüşlerde...
bir tek bayramlar olmayacak
seni görmeye geldiğim günler
bil ki sen orda oldukça....
her gece....

garfield'in yaşam felsefesi...:)

22 Eylül 2007 Cumartesi

21 Eylül 2007 Cuma

iki yarımı toplayınca bir etmiyormuş...

9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve dünyaya ağlayarak geldik.
önce yalnızdık pişman gibiydik. yada mecburen gelmiş gibi.
biraz büyüdükten sonra kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik. "bir yerde bir eksik var." korktuk. bunun sebebi ne? diye sorduk kendimize.cevabı yapıştırdık: "demekki sahip olmadığımız birşey var. o yüzden eksiklik hissediyoruz.
peki neye sahip olmamız gerekiyodu?
çocukken yaşımız küçük diye düşünürdük. her istediğimizi yapamıyoruz. kurallar, yasaklar var.büyüyünce herşey yoluna girecek. büyüdükçe birşey değişmedi. yine huzursuzduk. içimizden bir ses aynı sözcükleri fısıldıyordu. " bir eksik var."
kafamız karıştı nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan? nasıl geçecek bu?
aklımıza yeni cevaplar geldi: okulu bitirince geçecek.işe girince geçecek. para kaznınca geçecek. tatile gidince geçecek.
okulu bitirdik.diploma aldık. işe girdik. kartvizit aldık. çalıştık. para kazandık.taşındık. araba aldık.çalıştık. yeni eşyalar aldık.tatile gittik. dans ettik.terfi ettik. kartvizizti değiştirdik. daha çok çalıştık. daha çok para kazandık. çalıştık çalıştık geçmedi."bir yerde bir eksik var" hissi hala orada duruyordu. bu seferde sevgilimiz olunca geçecek dedik. yalnızlığımız sona erince bu illetten kurtulacağız.
beklemeye başladık. derken biri çıktı karşımıza aşık olduk. daha güçlü, daha güzel, daha akıllı biri. hesap cüzdanları, kartvizitler, hatta ilaçlar bile böyle hissettmemizi sağlamamıştı. sevgilimizin gözlerinde daha önce bize verilmemiş kadar büyük sevgi ve hayranlık gördük. sevgilimizin gözlerinde Tanrı'yı gördük. ışığı gördük."tünelin ucundaki ışık bu olmalı" diye düşündük."kurtulduk."
sonra birgün daha dün bize deli gibi aşık olan insan çekip gidiverdi. yada artık bizi eskisi gibi sevmediğini söyledi. yada başka birine aşık olduğunu.yada daha kötüsü başka birine aşık oldu ama söylemedi.telefonu açmamasından, elimizi tutmamasından vs... anladık bir terslik olduğunu....
belki de sevmekten vazgeçen veya terk eden bizdik. fark etmez. sonuçta aşk bitti. şimdi her yer bomboş. şimdi tekrar yalnızız. başladığımız yere döndük.
yıllarca uğraştık,eksiğin ne olduğunu bulamadık. halbuki herşeyi denedik. her yere baktık öyle mi?
bakmadığımız bir yer kaldı. içimize bakmadık. eksik parçayı dışarıda aradık. ama içimizde saklı olabileceğini akıl etmedik. birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik. şaşıracak bişey yok, tabi ki sevmedik. kendimizi sevsek bu kadar koşuştururmuyduk?canımız yanmasın diye duvarların arkasına saklanırmıydık. kendimizi boş sanıp doldururmaya uğraşırmıydık?terk edilmekten korkarmıydık?
asıl eksik eksik olduğunu düşünmekti.asıl eksiklik çareyi başkasında aramaktı.
hayatın matematiği farklı: iki yarımı toplayınca bir etmiyor. insan tek başına mutsuzsa başka biriylede mutlu olamıyor.
"herkes beni sevsin" diye yanaşınca kimse gerçekten sevmiyor, herkes sevgisine şart koyuyor,sınır koyuyor.
oysa "kendime duyduğum sevgi bana yeter" diye düşününce kendimizi olduğumuz gibi kabullenince yarım tamamlanıyor. herşey bir oluyor.
işte o zaman başka biriyle bir araya gelerek, hesabın kitabın, korkunun kaygının hüküm sürdüğü sahte bir sevgi yerine gerçek bir sevgi yaratabiliyor....

20 Eylül 2007 Perşembe

git özlet kendini yine gel... döneceksin diye söz ver...




gidiyorum...

tahir ile zühre'nin hikayesi

Zühre’nin babası Hacıvat’a bir kahya aradığını söyler, Hacıvat da Karagöz’ün bu işi yapabileceğini söyler. Karagöz eve kahya olarak girer. Tahir ile Zühre birbirlerini çok sevmektedirler. Zühre’nin babasının yanında kahya olan Tahir’in babası ölürken Tahir ile Zühre’nin evlenmelerini vasiyet etmiştir. Zühre’nin babası da evlenmelerini istemektedir. Tahir ile Zühre’yi yanına çağırarak bu fikrini onlara da söyler. Karısının da onayını almak için durumu ona da anlatır. Bu fikri kabul etmeyen Zühre’nin üvey annesi sonradan kabullenmiş gibi görünür. Odasına gittikten sonra Karagöz’ü odasına çağırarak Tahir’i kendisinin sevdiğini söyler. Zühre ile evlenmesine engel olması için kocasına büyü yaptırır, Karagöz’e para vererek büyüyü kocasının sarığının içine koymasını ister. Karagöz, Zühre’nin babası uyurken büyüyü sarığının içine koyar. Zühre’nin babası uyandığında evlenme işinden vazgeçtiğini söyler. Tahir bu sevdadan vazgeçmeyeceğini söyleyince Zühre’nin babası seymenleri çağırarak Tahir’i Mardin’e sürgüne gönderir. Bir süre sonra Tahir kaçıp geri gelir ve Karagöz’e bu işi düzeltmesi için yalvarır. Karagöz bir punduna getirip Zühre’nin babasının sarığından büyüyü çıkarır. Birden kendine gelen Zühre’nin babası kızını Tahir’e vereceğini söyler. Olan biteni Zühre’nin babasına anlatan Karagöz iki sevgilinin kavuşmasını sağlar.

tahir ile zühre

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
bütün mesele Tahir ile Zühre olabilmekte
Yani Yürekte....

adam gibi

ben seni hiç sevmedim ki
yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim
bir çiçeğe gülmeni bir güle benzemeni sevdim
bir de yıldızları sevdim
eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular
ben seni hiç sevmedim ki

beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim
kurşunları sevdim ebni vurduğunda
ağlamayı sevdim beni unuttuğunda
yalnız olduğumu anladığımda
ayakta kalmamı sevdim
yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda
ekmeği sever gibi sevdim sensizliği
su gibi özledim temmuz güneşinde sesini
ikindi de yağmur gibi
geceleyin rüzgar gibi sevdim seni sevdiğimi
ben seni hiç sevmedim ki

kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim
menekşeyle konuşmanı
nisana hatırlatmanı
baharın bir adının da yalnızlık olmadığını

düştüğüm zaman kanayan yanlarımı
ve tuhaflığımı üşüdüğüm zaman
sakız satan çocukları
yeni çıkan şarkıları
her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
ben yangını sevdim
yandığım zman böyle işte
ben seni hiç sevmedim ki

bir gece bir ceylan indi dağdan kalbime
bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde
alemin ortasında kimsesizliğin sesinde
buğusunda sabahın
acımasızlığında ahın
ağlayan yüzünde isanın
ferahlatan gücüyle duanın
korkutan yanıyla narın

incirin zeytinin ve kalbin üstüne
gülün üstüne
tutunduğum umudun üstüne
korkunun üstüne
senin üstüne
hepsinin üstüne
ben seni hiç sevmedim ki

gittiğin zman gitmeni sevdim
evreni sevdim geldiğin zaman
kalmanı sevmedim
ürküyordum sana alışmaktan
yine de sevdim gülümsemeyi
mendilimi sallarkenseni götüren trenin arkasından
kırlara ilk kar düştüğü zaman
ölümünün ne güzel olduğunu sevdim
seni içimde öldürdüğüm zaman

her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
ben yangını sevdim
yandığım zaman böyle işte
ben seni hiç sevmedim ki
ben sevdim mi
adam gibi severim.

"tutkun bıçak"




böyle sevmelisin

kelimeler yetmezmiş bir yerden sonra çarkını çevirmeye sevdanın. önce ayrılıkları bitirmelisin beyninde, sonra acıları kurutmalısın sayfalar arasındaki güllerde. ve kaçıncı sayfada olduklarını asla bilmemelisin kuruyanların...
ve... gülücükler takılmalı hayat denizinden attığın oltaya... kucaklar dolusu olmalı o derin gülücüklerin. uzağımdaysan, uzaklıkları kapı önü etmelisin ayrılığa inat. yakınımdaysan en yakınım olmalısın. üstüne üstüne yürümelisin zamanın.gözlerin hayat suyum olmalı uçurmalı bilinmezliklere. ben seni sende yaşamalıyım.
kış ortasında kapıma getirmelisin sevdanla baharı. sevdiğinde güneş doğmalı şehre bir daha sönmemeli. biranda dört mevsimi yaşatmalısın bana. iklimlerin en güzelini getirmelisin. yüreğimin diplerinde savaşlar çıkarmalısın savaşmalıyım hücrelerimle. ben bıkmalıyım en küçük mutluluklardan, ama sen süprizlerle çıkmalısın karşıma. sen düşüncelerimin başlangıçlarında ve bitişlerinde vazgeçilmezim olmalısın.yüreğimdeki okyanuslardan hasret şiirleri haykırmalıyım, sana bütün deli dalgalar fısıldamalı kulağına.
içimde olmalısın yanımda yokken bile.tutkunsam bedeli ölüm olmamalı. durgunlaştığımda huzur bulduğum kucak,coşunca öptüğüm bayrak olmalısın.iç çekmelerimin nedeni,yazılarımın ilhamı, sohbetlerimin konusu olmalısın.
bulmacaların olmalıyım beni sen çözmelisin. yapbozların olmalıyım ki tamamlayabilesin beni.ipuçların olmalıyım yaşamında,rahatlayabilmelisin. yüreğimdeki uçurumlardan düşmelisin, içimdeki denizlerde boğulmalısın, beynimdeki çöllerde susuz kalmalısın.
ben senin kabulünsem tüm savaşlara hazırım yaşam boyunca...

peri




sen çıldırmış

şairlerin
titreyen mısralarında
bahsettiği
o PERİSİN...

sevmek

sevmek uyuşturucu almak gibidir. başlangıçta kendini iyi hissedersin, bütünüyle verirsin. ertesi gün daha fazlasını istersin. henüz zehirlenmemiş o duygudan hoşlanmışsındır. sevdiğin kişiyi 2dk. düşünür 3 saat unutursun.ama yavaş yavaş onun varlığına alışır, ona bütünüyle sahip bağımlı hale gelirsin. böylece onu 3 saat düşünür 2 dk. unutmaya başlarsın. yakınında değilse bağımlıların uyuşturucu bulamadıkları zaman hissettikleri şeyi hissedersin,gerek duyduklarını bulamadıklarında hırsızlık yaptıkları, kendilerini aşağıladıkları gibi AŞIK, aşk için herşeyi yapmaya sende hazırsındır....

zincirler


kırdım diyorsun zincirlerini;
evet, köpek de çeker koparır zincirini,
kaçar o da,
ama halkalarını boynunda taşıyarak.



zincirlerimizi götürürüz kendimizle bitrlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz....

çiçekler aynı öyküler farklı

seksenlerindeki yaşlı çiftin, mahkeme salonundaki hali içler acısıydı.
adam inatçı bakışlarla suskundu.
nine ise ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bıkkın etrafı süzüyordu.
hakimin tokmağıyla uğultu kesildi.
sözü yaşlı kadına verdi hakim:
"anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?"
yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra, baş örtüsüyle ağzını araladı, kısılmış ve çatallaşmış sesiyle konuşmaya başaldı:
"bu herif yetti gari! elli yıldır bezdirdi hayattan!"
uzuuun bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonuna. çıt çıkmıyordu. herkes bekliyordu. yaşlı kadının gözleri dolu dolu oldu, son bir gayret konuşmaya koyuldu:
"bizim sedef çiçeğimiz vardı, çok sevdiğim... o bilmez! elli yıl önceydi.. bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm sedef çiçeğimi... yavrumuz olmadı, onu yavrum bildim! bir süre sonra çiçek kurumaya başladı... o zaman adak adadım güneş açmadan önce, her gece, bir tas suyla onu sulayacağım diye... iyi gelirmiş dedilerdi... elli yıl oldu, bu herif bi gece kalkıp "bi kere de ben sulayayım bu çiçeği!" demedi... geçen gece takatim kesilmiş. uyuyakalmışım. yapamadım! onu sususz bıraktım... kurudu... ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. hayatımı, umudumu herşeyimi verdim. ondan birşey görmedim... bir kerecik olsun benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. bir kerecik olsun sedef çiçeğimi sulamasını istedim... aklına bile gelmedi! onsuz daha iyiyim yemin ederim!"
hakim yaşlı adama dönerek, "diyeceğin birşey var mı baba?" dedi.
yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren bir yüz ifadesiyle yöneldi ve " askerliğimi reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. obahçenin görkemli büyümesi için bütütn emeklerimi verdim... fadimemi de orada tanıdım... sedefleri de... ona en güzel çiçeklerden buketler verdim... ilk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm. hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. her gece uykusunu bölün,uyansın,gezinsin dedi... hekimi pek dinlemedi bizim hatun. lafım geçmedi. o günlerde tesadüf bu çiçek kurudu. ben ona gece sularsan geçer dedim. adak dilettim... her gece uyandı. ne yaptım ettim, onu hep uyandırdım... ve gizlice seyrettim... o sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken izledim... her gece o çiçek oldum ben... sanki ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi.
o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle. ve devam etti,
"her gece o yattıktan sonra uyandım... saksıdaki suyu boşalttım... sedef, gece sulanmayı sevmez , hakim bey... ama geçen gece... yaşlılık işte, uyanamadım... fedimem'ide uyandıramadım... çiçek susuz kalırdı ama, kadınımın boynu yine azabilirdi... suçlandım... sesimi çıkarmadım..."

sonbahar


mevsimlerden sonbahardayım
senin yüzünden...
dünyadaki herkes için herahangi birisin
ama herhangi biri için dünyalara değersin...
ne yazık yüreğimde mahkumsun
cezan ömür boyu sevilmek
ve ....
sevildiğin, hiç bir zaman bilmeden....